Prens Abdullah

 

Kurtuluş Güvencesi 

Pek çok Hristiyan büyük bir kesinlikle kurtuluş güvencesine sahip olduklarını, kurtulduklarını bildiklerini ve ölünce cennete gideceklerini iddia ederler. Bir Hristiyan nasıl kurtuluş güvencesine sahip olabilir? Ne kadar gülünç! Ne büyük bir kibir! Bu aslında cüretkar bir ifadedir. Fani bir insan, sonsuz ve her şeyi bilen bir Tanrı tarafından kabul edilmek için yeterince iyi olduğundan nasıl emin olabilir? Tanrı merhametli bile olsa, nasıl olur da akıllı bir insan kaderinde ne olduğunu kesinlikle bildiğine inanmak küstahlığında bulunabilir? Bu ve benzeri sorular sizin de aklınıza geliyor mu? O zaman aşağıdaki hikayeyi okuyun.

 

Prens Abdullah 

kraliyet giysisiBir zamanlar, çok büyük bir ülkede hükümdarlık eden yüce ve kudretli bir prens varmış. Adı Abdullah olan bu prens sadece düşmanlarının yüreklerine korku salacak kadar güçlü ve kudretli biri olmakla değil, aynı zamanda bütün işlerinde dürüst olmakla, bütün hükümlerinde , bütün kanun ve kurallarında titiz olmakla ve olağanüstü servetine karşın çok merhametli olmakla da tanınırmış. Prens Abdullah çok sıradışı bir hükümdarmış; çünkü her zaman doğru olan ve her konuda eşsiz bir bilgeliğe sahip biriymiş.

Prens Abdullah’ın egemenliği altında Musa, Cemal ve Hasan adında üç adam yaşarmış. Bu üç adam da yüce Prens Abdullah’la iyi geçinip barış içinde yaşamak istermiş. Aileleriyle birlikte  gelişmekte olan Ghazwa şehrinde yaşar ve orada çalışırlarmış. İşletmeleri çok nadir bir işletmeymiş; çünkü kumaşlarının üretiminde son derece yüksek nitelikli, nadide ve pahalı ip kullanan tek dokumacıymışlar. Aralarındaki tek fark, Musa’nın altın renkli, Cemal’in çivit renkli ve Hasan’ın ise yeşil, beyaz ve kırmızı olmak üzere üç renkli ip kullanmasıymış. Üçü de iyi dokumacılarmış, ama Hasan’ın kumaşlarının dokusu diğer ikisininkine kıyasla çok daha güzel ve benzersizmiş. Bu adamların hepsi de kumaşlarını satın almak isteyen çok sayıda kişi buluyorlarmış.

Bir gün Prens Abdullah Ghazwa şehrinde, bu üç adamın kumaşlarını sattıkları yere yakın bir yerde beyaz atıyla gezintiye çıkmış. O gün Prens Abdullah bu üç adama çok özel bir iyilikte bulunmaya karar vermiş ve bu adamların her birine kraliyet giysisi hediye etmiş. Bu giysi onların Prens Abdullah’ın kraliyet ailesinin bir üyesi olduklarını göstermesi için her zaman giyilmeliymiş. Onların bu yeni kimliklerine ek olarak Prens Abdullah’ın servetinden istedikleri gibi yararlanabilirlermiş. Bunun için tek şart ise sadece kraliyet giysisini giymekmiş.

Dokumacılar merhametli ve bilge Prens Abdullah’ın bu hediyesine çok ama çok sevinmişler. Buna rağmen her üçünün tepkisi daha sonra birbirinden epeyce farklı olmuş. İlk şikayet eden kişi Musa olmuş: “ Bu kraliyet giysisi çok sade görünüyor. Benim gibi prensin kraliyet ailesinde olan biri için yeterince süslü değil. Bu gösterişsiz kıyafetle gezmek için kendime zarif altın kumaşlarımdan bir yelek, bir kemer ve bir şapka yapayım.” demiş. Musa, üstündeki kraliyet giysisinin ve ona eklediği göz alıcı süslerin kendisine kazandırdığı statüyle Ghazwalılarda çabucak iyi bir intiba uyandırmış. Gerçekte insanlar ona çok saygı duyduklarından artık Prens Abdullah’ın yanında bir menfaat aramasına hiç ihtiyacı yokmuş.

Cemal’in Prens Abdullah’ın hediyesine tepkisi çok daha farklıymış. Prens Ghazwa’dan ayrıldıktan ve sarayına döndükten sonra Cemal olanlardan şüphe duymaya başlamış. Bu, gerçek olamayacak kadar güzel bir şeymiş. Hep yüce prensin lütfuna ermek isteğindeymiş, ama bu ona göre imkansızmış. Cemal şüphelenmeye başlamış ve : “ Bu işte bir bityeniği olmalı. Prensin sarayına gitme zahmetinde bulunmayacağım. Çünkü ne bana gerçekten bir vaatte bulundu, ne de ben onun verdiği şeyleri hak edecek kadar iyiyim. Gerçekten kraliyet ailesinin üyesi olmam. Zaten bu kıyafet de uzun ve kaba görünüyor. Onu sırtıma geçirmeyeceğim, ama hep saklayacağım ki, bir zaman gelir de bir sorun çıkarsa kullanabileyim. Hiç belli olmaz.” demiş.

Musa ve Cemal’in aksine Hasan Prens Abdullah’ın sözüne gerçekten inanmış. Her hafta sadece kraliyet giysisini giyerek Prens Abdullah’ı görmek için saraya gitmiş. Prensi onurlandırmak için zarif kumaşlardan hediyeler getirmiş. O ve Prens ziyafet yemekleri yiyerek, çay içerek ve konuşarak uzun saatler boyunca birlikte olmuşlar. Hasan her seferinde ruhu sevinçle dolu olarak evine dönüyormuş. Hayır, büyük bir zenginlik kazanmamış; çünkü büyük bir servete sahip olma gereği duymuyormuş. O Prens Abdullah’ın bütün zenginliklerinden serbestçe yararlanabilirmiş. Musa ve Cemal, Hasan’ın her hafta saraya yaptığı ziyeretleri ve Prens Abdullah’ı daha yakından tanımasının sonucu oluşan tam güveni gözlemişler. Onun saraydayken neler yaptığını ve bundan eline neler geçtiğini araştırıp soruşturmuşlar. Hasan ise samimiyetle cevap vermiş: “Ben prensin kraliyet ailesine aitim.”

Bu cevaba ilk karşı çıkan Musa olmuş: “Ben de kraliyet giyisini giyiyorum ve Ghazwa’da senden daha fazla saygınlığım var. Önümüzdeki hafta ben de seninle birlikte saraya gideceğim ve neyin bana ait olduğunu söyleyeceğim.” Cemal, Hasan’a karşı yapılan bu saldırıya katılmış, ama Musa’yla birlik olmamış: “Benim de senin gibi kıyafetim var, ama bunun hiçbir değeri yok. İkiniz de kendinizi beğenmiş aptallarsınız! Siz kraliyet soyundan değilsiniz, sıradan adamlarsınız. Bir şey kazanmak için çalışmamız gerekiyor. Bu prensin ne yapacağını ya da nasıl tepki göstereceğini asla bilemezsiniz.” demiş. Hasan sogukkanlılıkla cevap vermiş: “ Ben ne kendini beğenmiş biriyim, ne de aptalım. Sadece prensimi tanıyorum ve onun kraliyet ailesinin bir parçası olduğumu biliyorum.”

Sonraki hafta Musa ve Hasan Prens Abdullah’ın sarayına gitmişler. Musa Hasan’la birlikte gururlu bir şekilde kapıya yürümüş. Fakat Hasan engellenmeden kapıdan geçerken Musa kabaca durdurulmuş. Kapıdaki muhafız : “Ne istiyorsun?” diye Musa’ya sormuş. Musa: “Ben kraliyet ailesinin bir üyesiyim. Kraliyet giysime bakın!” demiş. Muhafız: “Seni sahtekar seni! Kraliyet ailesinin üyeleri sadece kraliyet giysisini giyerler.” diyerek onu dışarı atmış. Musa öfkeyle Ghazwa’ya dönerken Hasan alışkın olduğu şekilde yoluna devam etmiş.

İnatçı gururuyla Musa, Ghazwalıları Prens Abdullah’a karşı ayaklandırmak için inançsız Cemal’le iletişime geçmiş. Hasan şehre döndüğünde Musa’nın gururunun ve Cemal’in inançsızlığının temellerini atmış olduğu prense karşı yapılan isyan karşısında dehşete düşmüş. Hasan bir felaketi önlemek için halka şöyle demiş: “Prens Abdullah’a karşı ayaklanmayın; çünkü o bilge ve iyi biri. Ama eğer yine de isyan ederseniz şunu bilmelisiniz, o son yargıyı getirecek kadar güçlü ve adildir.” Ghazwalılar: “Prens Abdullah Ghazwalıları yok edecek de seni sakınacak mı?” diyerek Hasan’la dalga geçmişler. Sadece prensin kraliyet giysisini giyen Hasan kendinden emin bir şekilde cevap vermiş: “ Ben prensin kraliyet ailesinin bir üyesiyim; onun sarayına serbestçe girebilirim ve onun olan her şey benimdir. Onun bana verdiği hediye budur.”

İsyan haberi prensin kulağına ulaşır ulaşmaz prens Ghazwa’yı ve Ghazwalıları yok etmek üzere askerlerini göndermiş. Askerler şehre ulaştığında Hasan dokumacı arkadaşları Musa ve Cemal’e son kez yalvarmak için dışarı çıkmış. Küçük isyan çabucak bastırıldığı için mücadele çok uzun sürmemiş. Prens Abdullah’ın ordusunun komutanı geriye kalan üç dokumacının olduğu yere geldiğinde Hasan cesurca öne çıkarak şöyle demiş: “ Ben kraliyet ailesinin bir üyesiyim, benim canım bağışlandı.” Ordunun komutanı Hasan’ın sadece kraliyet giysisini giydiğini görünce onun yanından geçip Musa’nın yanına gitmiş. Musa hala kendi altın renkli kumaşıyla güzelce süslediği kraliyet giysisini giymeye devam ediyormuş. Komutana: “ Ben de kraliyet giysisini giyiyorum.” demiş. Komutan tek kelime bile etmeden kılıcını saplayıp öldürmüş Musa’yı. Gururlu Musa’nın acı kaderini ve Hasan’ın kurtuluşunu gören Cemal üstündeki çivit mavisi kıyafetiyle o anda her şeyi anlayıp, askerler peşinde prensin hediyesi olan kıyafeti aramak için evine koşmuş. Askerlerden önce evine varıp elinde kraliyet giysisini tutarak şöyle demiş: “ Görüyor musunuz, bana da kraliyet giysisi verilmişti. Lütfen canımı bağışlayın.” Komutan ise: “ Sadece kraliyet giysisini giyen kişi kraliyet ailesinin üyesidir. Bu hediyeyi kabul etmek güvende olmanın tek şartıdır.” diyerek kılıcını çekmiş. Cemal yargılanmış, çünkü inanmak için yargı gününe kadar beklemiş.

Siz Hasan’ın itimadını nasıl değerlendiriyorsunuz? O alçakgönüllü davranmıştı, kendini beğenmiş değildi. Çünkü onun itaati, Prens Abdullah’ın isteğine, sözüne ve karakterine olan inancına dayanıyordu. Peki sizce bu hikayenin anlamı nedir?

 

Mutlu Kaynak

mektup@tevratzeburincil.org