Seni Bagisladim

SENİ BAĞIŞLADIM

Ahmet bey ağır hastaydı. O gün bir kalp krizi geçirmişti. Şimdiyse hastanede yatıyordu. Kalbinin durumu hiç de iyi değildi. Doktora sormuş ve açık bir yanıt almıştı. Yeni bir kalp krizine uğramayacağına doktorlar güvence vermiyorlardı. Yatağına uzanmış, geçmiş günleri düşünürken, yüreğine işlemiş özel bir hatırayı düşünüyordu. Ölümden korkuyordu; ama bundan da çok bu hatıranın acısını yüreğinde taşıyor, bu işi halletmeden ölmekten korkuyordu. O anda hastabakıcı içeriye girdi. Ahmet bey umut dolu gözlerle açılan kapıdan yana baktı; ama birden gözlerindeki umut ışığı söndü; beklediği kişi değildi kapıdan içeriye giren. Hastabakıcı, hastanın kalbini dinledi; her şey yolundaydı. Odadan çıkıp gitmeye hazırlanırken, Ahmet beyin gözleri doluydu. Ahmet bey duygulu, titrek bir sesle hastabakıcıya sordu: “Ne olur, oğluma bir telefon açar mısınız? Dünyada ondan başka kimsem yoktur. Yalnız başıma yaşıyorum ben!” Bu sözleri söylerken, Ahmet beyin sesinde bir yalvarış vardı. Hastabakıcı telefon etmek için odadan çıkmaya hazırlandı; ama hasta adam yine onu çağırdı. Ondan telefon etmeden önce bir kalem ve kâğıt rica etti. Getirilen kâğıda titrek elleriyle bir şeyler yazdı. Ahmet beyin oğlu Metin telefonda hastabakıcının söylediklerini dinlerken, çok heyecanlıydı. “Hayır, babam ağır hasta olamaz; olmamalı. Ölmeyecek, değil mi? Size yalvarırım, onun ölmesine izin vermeyin!” Telefonun ucunda Metin ağlıyor; büyük acı, vicdan azabı çekiyor; büyük bir hüzün içinde konuşuyordu: “Bir yıl önce babamla tartıştık ve aramız açıldı. Ona kızdım ve çok hakaret ettim. Ona kendisinden nefret ettiğimi söyleyerek çekip gittim. Bir yıldan beri babamdan bu hakaretimden dolayı af dilemek istiyor; ama bir türlü gururumu yenemiyordum. Ona yetişmeli ve ondan özür dilemeliyim. Beni affetmesi için kendisine yalvarmalıyım. Hemen yola çıkıyorum. Lütfen babamın ölmesine engel olun, ne olur!” Telefonu kapatır kapatmaz hastabakıcı, Ahmet beyin odasına gitti. Odaya girdiğinde, her şeyin yolunda olmadığını hemen anladı. Hasta adamın durumu değişmişti. Hemşire derhal zile bastı. Oda kısa sürede doktorlarla doluverdi. Ahmet beyin kalbi yeni bir kriz sonucunda duruvermişti. Doktorlar ellerinden geleni yaptılar, ama bir türlü hastanın kalbini çalıştıramadılar. Ahmet bey ölmüştü. Telefon etmiş olan hastabakıcı üzgün üzgün odadan çıkarken genç bir adamla yüz yüze geldi. Bu, Ahmet beyin oğlu Metin’di.

Hastabakıcı ona, babasının öldüğünü söyleyince genç adam çılgına döndü sanki. Gözlerinde durgun, umutsuz, acı bir ifade vardı. Boğuk bir sesle kendi kendine konuşuyordu: “Aslında babamdan hiçbir zaman nefret etmemiştim. Her zaman sevdim babamı; ama şimdi iş işten geçti. Nasıl anlatacağım şimdi babama kendisini sevdiğimi, ondan nefret etmediğimi? Ona o kadar hakaret ettim, üzdüm, acı verdim! Şimdi nasıl beni affetmesini isteyeceğim?” Birden bakışlarını karşısında duran ve ne yapacağını bilmeyen hastabakıcıya çevirdi. “Babamı son bir kere görmek istiyorum” dedi. Metin, babasının yattığı odaya girince hemen onun yatağına doğru koştu. Babasının cansız vücudunu örten çarşaf içine başını gömdü ve tüm bedenini sarsan hıçkırıklarla ağladı: “Bağışla beni baba! Ne olur affet beni! Sana ne kadar haksızlık ettim, seni üzdüm! Beni affet babacığım! Beni bağışladığını söyle!” Hastabakıcı çaresizlik içinde bu acı sahneyi izlerken yatağın yanındaki masaya gözü ilişti. Üzerinde bir kâğıt parçası vardı. Daha önce Ahmet beye verdiği kâğıttı bu. Kâğıdı aldı ve yazılan yazıyı okudu. Okurken onun da gözleri doldu. Sonra bu yazıyı Metin’e verdi. Metin, kâğıt üzerinde yazılı olanlara bakarken, yazıyı hemen tanıdı; bu, babasının yazısıydı. Yazıyı okurken birden ıstırap ve çaresizlikten gerilmiş olan yüz kasları gevşedi; gözlerinden yine birkaç damla yaş yanaklarına süzüldü. Kâğıdı bağrına bastı önce, sonra yine okudu. Gözlerini göğe kaldırıp, “Sana şükrederim ey Tanrım! Teşekkür ederim babacığım” diye tekrar ve tekrar seslendi. Kâğıt parçasında babasının eliyle yazılmış şu sözler vardı: “Sevgili oğlum Metin! Seni bağışladım. Her zaman seni bağışladım. Dua ederim ki, sen de beni bağışladın. Seni her zaman sevdim, halen de çok sevdiğimi bilmeni istiyorum! Evet, oğlum, seni bağışladım ve seni seviyorum!” ————– Değerli okuyucumuz, gerçekten sevdiğimiz bir kişiyi incitip üzdüğümüz zaman, kendimiz de üzülürüz, değil mi? O kişiyle hemen barışmak ve vicdan azabından kurtulmak isteriz. Ama az önce okumuş olduğumuz öyküdeki oğul gibi, gururumuzu yenemezsek, barışma, af dileme geç olabilir. Hele araya bir ölüm olayı girince, her şey geç olur. Yine geçenlerde gerçek bir yaşam öyküsü duyduğumda, hiç vakit kaybetmeden affetmenin ne kadar önemli olduğunu gördüm. Olay şöyle anlatıldı bana: Bir anne ile kızının araları açılmıştı. Anne yaşlıydı oldukça. Kızı da genç sayılmazdı. Ancak kız, bir türlü annesini affedemiyor, “O bana çok acı verdi, onu asla affetmem” diyordu. Ona bazı arkadaşları gidip, “Bak, annen yaşlıdır. Hepimiz hatalar yapıyoruz. Yüreğimizdeki acılığı söküp atmalı ve insanlarla barış içerisinde yaşamalıyız. Annene böyle kin gütmen, onu affetmemen doğru değil, onu bağışla” dediler. Ama bu kadın bir türlü affetmeye yanaşmadı. Bir gün bu kadının yaşlı annesi öldü. Cenaze töreninde ölenin kızı da oradaydı. Birden hıçkırıklarla ağlayan kadın, “Anne, anne, ne olur bir kelime söyle! Bir söz söyle!” dedi, ama çok geç kalmıştı. Ölen anne bir tek kelime bile söylemeyecekti. ————-
Çok değerli, sevgi dolu bir öğretmen vardı. Bu öğretmen, kendisine 12 öğrenci seçmiş, onları özel bir şekilde yetiştiriyordu. Sadece yetiştirmekle kalmayıp, onlara zaman ayırıyor, onlara alçakgönüllülüğün en yüce örneğini kendi yaşamında gösteriyordu. Hatta bir keresinde bu öğrencilerinin ayaklarını bile yıkadı. Bu on iki öğrenci arasında mesleği balıkçı olan Petrus adında biri de vardı. Petrus üç yıl bu öğretmeniyle birlikte kaldı, O’nun öğretilerini dinledi. O’nun sevgisine tanık oldu. Petrus öğretmenini çok sevdi, O’na bağlandı. Hatta sevgisi o kadar büyüktü ki, bir gün öğretmenine, “Senin için ölmeye bile razıyım” dedi. Ama din adamları bu öğretmeni sevmiyorlardı. Çünkü O, dış görünüşe değil, iç görünüşe önem veriyor; her insanın günahlı olduğunu söylüyordu. Kendisinin insanları günahtan kurtarmak için kurban olmaya geldiğini söylüyordu. Buna din adamları kızıyordu. Sadece kızmakla kalmayıp, bu öğretmeni ortadan kaldırmaya karar vermişlerdi. İşte o gün gelip çattı. Öğretmen öğrencileriyle birlikteyken, gelip onu yakaladılar. Bu öğretmen için canını bile vermeye hazır olan Petrus, hemen kılıcını çekti, öğretmenini korumaya kalktı; ama öğretmeni buna mani oldu. Sonra öğretmenin yakalandığını görünce tüm öğrenciler gibi Petrus da öğretmenini bırakıp kaçtı. Ama O’nu yine de uzaktan takip etti. Bu öğretmen, İsa Mesih’ti, sevgili okuyucumuz. İsa Mesih’i yakaladılar ve O’nu hemen mahkemeye götürdüler. İsa’yı sorguya çekip yargılamak, öldürmek için türlü yollar ve suçlamalar arıyorlardı. Petrus da sessizce avluya girip olup bitenleri görmek istiyordu. Ama birden yanında bir hizmetçi kız durdu. Petrus’a dikkatle bakıp, “Bu adam da Nasıralı İsa’yla birlikteydi” dedi. Fakat Petrus, İsa’yla olduğunu inkâr etti, O’nu tanımadığını söyledi. Az sonra yine ona, “İsa’nın öğrencilerinden birisin” dediler. Ama o yine İsa’yı tanımadığını söyledi. Üçüncü kez yine birisi, “Bu adam gerçekten İsa’yla beraberdi, aynı memleketten geliyor” dedi; ama Petrus bu kez de küfrederek İsa’yı tanımadığını söyledi. Ne oluyordu Petrus’a? O, öğretmeni için canını bile vermeye hazır değil miydi? O’nu sevmiyor muydu? Peki, şimdi neden öğretmenini tanımadığını söylüyordu? Üçüncü kez öğretmenini inkâr edince horoz öttü; çünkü İsa ona, “Bu gece horoz ötmeden sen beni üç kere inkâr edeceksin” demişti. Petrus bunu hatırladı; çok çok acı duydu yüreğinde. Dışarıya çıkıp acı acı ağladı. Ertesi gün İsa Mesih çarmıha çakılıp öldürüldü. Petrus ise vicdan azabı içerisinde eziliyordu. O her zaman İsa Mesih’i sevmişti. O’nu terk etmek, inkâr etmek ya da O’na küfretmek aklının ucundan bile geçmemişti. Ama korkuya kapılarak bu durumlara düşmüştü. Şimdi O’ndan özür dilemeliydi; O’nun affını rica etmeliydi. Ama çok geç kalmıştı; çünkü sevdiği bu kişi ölmüştü. Petrus, İsa’nın bir sözünü unutmuştu. İsa birkaç kere öğrencilerine şöyle demişti: “Ben öldükten üç gün sonra dirileceğim ve sizden önce Celile denen bölgeye gideceğim!” Gerçekten de İsa Mesih çarmıhta öldükten üç gün sonra dirildi, gelip öğrencileriyle konuştu. Petrus İsa’nın dirildiğini ilk duyduğunda şaşırdı. Muhakkak çok utanıyor ve ‘ben Rabbimi inkâr ettim, şimdi beni herhalde azarlayacak’ diye düşünüyordu; diğer yandan, ‘acaba beni yine sevecek ve bağışlayacak mı?’ diye düşünmüş olmalıydı. Ama hayır! Bu sevgili öğretmen Petrus’u azarlamadı; onu atmadı. Ona kızmadığını, onu sevdiğini, onu ta başlangıçta bağışladığını ve ona güvendiğini göstermek için Petrus’a büyük bir görev de verdi. Böylece Petrus Rabbine daha çok bağlandı, vicdan azabından kurtuldu.

Değerli okuyucularımız, başta anlattığımız öyküde kalp sektesinden ölen Ahmet bey, ölmeden önce oğlu Metin’i sevdiğini ve bağışladığını bir kâğıt parçası üzerine yazarak oğlunu vicdan azabından kurtardı, onu iç rahatlığına kavuşturdu. İsa Mesih ise ölümden dirilip, şahsen Petrus’la konuşup onu sevdiğini ve bağışladığını bildirdi. Mesih aynı sevgiyi ve affı tüm dünyaya sunuyor. Tanrı sizi seviyor. Elbette sizin de Tanrı’yı üzen, O’nu inciten günahlarınız vardır. Çünkü herkes günah işlemiştir. Günah ise bizi Tanrı’dan koparan, uzaklaştıran bir illettir. Ama Tanrı, İsa Mesih’in çarmıhtaki ölümüyle size de sonsuz sevgisini ve bağışını sunuyor. Tanrı, Mesih İsa’ya iman eden herkesin günahlarını bağışlıyor. Evet, değerli okuyucumuz, günahlarınızla Tanrı’yı üzdünüz, O’na hakaret ettiniz, O’nu incittiniz, O’ndan ayrıldınız. Yarın ne olacağınız hiç de belli değil, öyle değil mi? Geç olmadan bugün Tanrı’ya gelip O’ndan af dileyin günahlarınız için. Tanrı bir babadan daha sevecen ve merhametlidir, sevgi doludur. O bizleri her zaman bağışlamak istiyor. Yeter ki, O’na gelinsin. Okuduğunuz yazı hakkında söyleyece­ğiniz veya soracağınız bir şey varsa, lütfen bize mektup yazınız. Kurtuluş konusunda daha fazla bilgi edinmek isterseniz, ücretsiz Kutsal Kitap derslerimizden ve diğer yayınlarımızdan isteyebilirsiniz. Haberlerinizi bekliyoruz. Mutlu Kaynak mektup@tevratzeburincil.org