Mustafa ve Sevil

Mustafa ve Sevil

Tanrı’yla bizim aramızdaki antlaşmayı tazelemek konusunda size bir öykü anlatmak istiyorum, Mustafa ile Sevil öyküsünü.

Mustafa güzel beyaz gömleğini ve ütülenmiş pantolonu giydi ve
komşu köyünün yoluna çıktı. Niyeti, bir arkadaşının düğününe katılmaktı.

Kendi köyünden çıktıktan sonra Mustafa birden bir bebeğin ağlama sesini duydu. Etrafına baktı ve yolun kenarındaki otlara bırakılmış küçücük bir bebek gördü. Dünyaya yeni gelmiş bu bebek çıplaktı, yıkanmamıştı, kanlar içinde, pisliğe bulaşmıştı. Göbek kordonu kesilmiş, ama bağlanmamıştı. Bebek acı acı ağlamaktaydı. Acaba bu bebek niçin istenilmemişti? Acaba annesi hiçbir çıkar yol görmemişti de, bu zavallı insancığı aceleyle tarlaya atıp terk mi etmişti? Bilmiyoruz. Ama belli ki, bu bebek ölüme terk edilip bırakılmıştı.

Mustafa bir süre bebeğe baktı, sonra derin bir ah çekerek yoluna devam etti. Ama birkaç adım attıktan sonra durdu. Bu bebek ölüme giderken kendisi düğüne katılabilir miydi? Hayır, bu olmazdı.

Mustafa bebeğin yanına döndü, onu kaldırıp kucağına aldı ve ona: “Yaşayacaksın, sana elimden geldiği kadar iyi bakacağım” dedi.

Evet, küçük kız yaşadı. Mustafa bebeğe “Sevil” adını verdi ve elinden geleni yaptı. Çocuk büyüdü ve harika bir şekilde gelişti. Yıllar çabuk geçti ve Sevil herkesin bakışlarını üzerine çeken gayet güzel genç bir kız oldu. Sevil’in tabii güzelliği yetmiyormuş gibi, bir de Mustafa ona şık elbiseler ve gösterişli yeni moda ayakkabılar aldı. Sevil’in güzelliği bütün bölgede meşhur oldu.

Bu öyküyü birazcık süsledim, adama ve bebeğe birer ad taktım, ama aslında bu öyküyü Kutsal Kitap’ta Hezekiel Peygamber anlatmıştı. (bölüm 16, ayetler 4’ten 14’e kadar.) Bu öyküyle peygamber, Tanrı’nın kendi halkı olan İsrail’e duyduğu büyük merhametini, derin ve bol olan sevgisini ve halkını nasıl değerli sayıp kayırdığını dile getirdi.

Şimdi size öykünün devamını anlatayım:

Sevil aşağı yukarı on beş yaşındaydı. Bir gün Mustafa beyaz bir gömlek ve yeni bir pantolon giydi. Sevil de süslenip en güzel elbiselerinden birini seçip giydi. İkisi birlikte köyün öbür ucuna, bir düğüne gittiler. İki gün sonra Sevil babasının gömleğini ve kendi elbisesini yıkadı. Bunlar kuruduktan sonra Sevil onları özene özene ütüledi. Her şey tamam olunca Sevil, babasının gömleğini dolaba yerleştirdi. Birden, şimdiye kadar hiç fark etmediği bir şey gördü. Babasının gömlekleri arasında beyaz, ama eski ve yıkanmamış bir gömlek duruyordu. Neydi bu? Sevil merak etti ve o gömleği çıkardı. Gömleğin ön taraflarında ve kollarında büyük kan lekeleri vardı. Bu kirli gömleğin dolapta ne işi vardı? Bu kanlar nereden gelmişti acaba?

Sevil babasının eve dönmesini sabırsızlıkla bekledi. Birkaç saat sonra Mustafa işinden eve dönünce ilk fırsatta babasına bu gömleğin sırrını sordu. Mustafa bir süre Sevil’e baktı, sonra o gömleği dolaptan çıkarıp onu dolabın dışında astı ve Sevil’e, doğduğu günün öyküsünü anlatmaya başladı. O gün Sevil’e söylemiş olduğu “Sen yaşayacaksın, sana elimden geldiği kadar iyi bakacağım” sözü hiç unutmamıştı. Mustafa, bebeği nasıl bulduğunu, ona ne kadar acıdığını, onu eve getirip yıkadığını, merhametli akraba ve komşulardan bebek elbiseleri, kundak ve süt aldığını, büyük bir sepetten bebeğe yatak hazırladığını anlattı. O gün küçük bebeğin bütün ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra onu sepete yatırmıştı. Uyuyan Sevil’e bakmıştı ve birden kendi kendine, “Ben ne yaptım, bu kız yaşayacak olursa, benim hayatım hiçbir zaman önceki hayatım gibi olmayacak” demişti. Ve o zaman, kana bulaşmış olan bu gömleği olduğu gibi saklamaya karar verdi. Bu gömlek, “Bu kızı yaşatacağım ve ona bakacağım” diye vermiş olduğu karar için kalıcı bir işaret olacaktı.

Sevil, Mustafa’nın anlattığı öyküyü dinledi ve derin derin düşündü. Demek ki, gömleğin sırrı buymuş. Demek ki, o bir tarlaya atılmış, ama bulunmuş ve sevilmişti.

“Teşekkür ederim, babam” dedi Sevil, “sen o günden bugüne kadar beni sevdin.  Senin kızın olarak yaşayabildiğim için teşekkür ederim; bana verdiğin emekler için çok teşekkür ederim. Peki ben senin için ne yapabilirim?”

Bu sözleri işitince derin derin düşünmek sırası Mustafa’ya geldi. Şöyle cevap verdi: “Hep benim kızım olarak kalmanı istiyorum. Ve senin de başkalarına acımanı, kendin için değil de, başkaları için yaşamanı, güvenilir ve verdiği sözde duran biri olmanı istiyorum.”

Mustafa normal bir insandı, Sevil de normal bir genç kızdı. Aralarında her gün her şey güllük gülistanlık değildi. Anlaşmazlıklar, gerginlikler, sevgisiz sözler de ara sıra oluyordu. Ama Sevil o eski gömleği bulup onun sırrını öğrendikten sonra, babasıyla olan ilişkisi değişmişti. Öyle günler oluyordu ki, Sevil, içinde babasına karşı büyük bir gönül borcu duyuyordu. Böyle günlerde, Sevil dolaptan eski beyaz gömleği çıkarıyor ve dolabın dışında asıyordu. Gömleği asmakla sanki “Sevgili babam, beni seveceğine ve bana bakacağına, benim için yaşayacağına dair verdiğin karar için sana çok teşekkür ederim, seni çok seviyorum” diyordu.

Başka günlerde, hele herhangi bir sevgisizce ya da sert söz söylendikten sonra, kana bulaşmış gömleği Mustafa dolabın dışında asıyordu. Demek istediği şuydu: “Her şeye rağmen seni seviyorum, korkma, sen benim değerli kızımsın.”

Eski gömleği asmak, Mustafa ile Sevil arasındaki sevgi ilişkisini tazelemeye ve güçlendirmeye yarıyordu. Mustafa’nın eski, ama hâlâ geçerli olan kararını anıyorlardı. Eski gömleği gördükleri zaman Sevil’in o günkü çaresiz durumunu, kurtuluşunu ve babasının sevgi dolu bakımını hatırlıyorlardı.

İsa Mesih’i izleyenler, bazı toplantılarında birlikte bir sofradan ekmek yer ve üzüm suyu içerler. Bu sofraya “Rabbin Sofrası” adını veriyoruz. Rabbin Sofrasından yiyip içmekle İsa Mesih’in kurtuluşumuz için yaptıklarını anarız. O’nun uğrumuza çektiği acıları ve bizim uğrumuza ölmesini. Daha dünya kurulmadan önce Tanrı, yaşayacağımıza ve O’nun çocukları olacağımıza karar vermişti. Bu eski karar bugün de geçerlidir ve sonsuzlukta da geçerli olacaktır. Bunun için Gökteki Baba’mıza şükrediyoruz. Mustafa ve Sevil’in ara sıra eski kanlı gömleği çıkarıp asarak Mustafa’nın eski kararını anıp sevgilerini tazelemeleri gibi, sanki Tanrı, O’nunla bizim aramızdaki sevgi ilişkisini tazelemek ve sağlamlaştırmak için zaman zaman ekmek ve üzüm suyu çıkarır ve bizi kendi yanına, kendi sofrasına çağırır. Bize şöyle der: “Bakın, ben sizi çok sevdim ve sizin için kanımı akıttım, şimdi de sizi seviyorum. Siz benim için çok değerlisiniz. Kanımla sizi kölelikten satın aldığım günde yüreğim sizin için yandığı gibi, şimdi de aynı derecede yüreğim sizin için yanıyor.”

Rabbin Sofrası konusunda İncil ayetleri:

LUKA 22: 14 / 19-20

Yemek saati gelince İsa, elçileriyle birlikte sofraya oturdu ve onlara şöyle dedi: “Ben acı çekmeden önce bu Fısıh yemeğini sizinle birlikte yemeyi çok arzulamıştım.” Sonra eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. “Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın” dedi. Aynı şekilde, yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır.”

Evet, Tanrı’nın bizimle yaptığı bu yeni antlaşmanın temelinde, İsa Mesih’in uğrumuza kanını akıtması ve ölmesi vardır. Yeni Antlaşmaya göre imanlıların günahları bağışlanır, imanlılar Tanrı çocukları olur, Kutsal Ruh’u ve sonsuz yaşamı alırlar. Bunlar, Yeni Antlaşmanın değerli vaatlerinin yalnız birkaçıdır.

Yeni Antlaşmaya girmeye çağırılanlar, ümitsiz ve kaybolmuş günahlı insanlardır. Bu kaybolmuş insanların durumu o kadar kötüdür ki, kurtulmaları için kendileri hiçbir şey yapamazlar. Tanrı onları İsa Mesih aracılığıyla kurtarır. İnsan bu kurtuluşu ancak armağan olarak kabul edebilir. Kurtulmuş insanın Tanrı’yla olan ilişkisi, bir gönül borcu ilişkisi, bir sevgi ilişkisidir. Kurtulanlar İsa Mesih’e benzesinler diye Kutsal Ruh onları değiştirmeye başlar. Kutsal Ruh onlarda iyi meyve yetiştirir ve onları Tanrı’nın amaçları için kullanır.

Peki, bu Yeni Antlaşma’da Rabbin Sofrası’nın rolü nedir? Rab’bin bizimle yaptığı antlaşmayı hatırlamaya çağırılıyoruz. Aynı zamanda Rab’le antlaşma yapmış olanlar olarak, günlük yaşamımız nasıl olmalı diye düşünmeliyiz.

Bence Rabbin Sofrası, yalnız Antlaşmayı hatırlamamız için değil, ama bu Antlaşmayı tazelememiz ve yeniden perçinlememiz için çok iyi bir fırsattır.

Sevgili okuyucumuz, okuduğunuz yazı hakkında söyleyeceğiniz veya soracağınız bir şey varsa, lütfen bize mektup yazınız. Haberlerinizi bekliyoruz.

Mutlu Kaynak

mektup@tevratzeburincil.org